31 Ekim 2012 Çarşamba

Karalamalaaaar :)

İnsanlar hayatlarını - geleceklerini  garanti altına almak,  kolay geçinebilmek, kültür seviyelerini arttırmak  bazen daha fazla para kazanabilmek için eğitime yönelirler.
  Bu süreç gayet zorlu inişli çıkışlı ve sürekli baskı altından geçen anasınıfdan başlayan  ve kimilerine göre üniversite bitene kadar olan dönemdir. Ama bu benim için tamamen farklı bir dönemdi. Tek stresim üniversiteye hazırlandığım senin ilk yarısına kadar dershanede ne giyeceğimken ,ikinci yarısından sonra puanım yüzde kaç olmuştu . Tabiki bu büyük değişimde benim rolüm çok çok azdı çünkü ikinci yarısından sonra çılgın ,bir okadarda ayakları yere sağlam basan biricik kuzenlerimin evine taşınmıştım.Sanırım hayatımın en güzel zamanlarıydı çünkü ; kapalı gözlerimi açmışlardı , beni aydınlatmışlardı. Pavlovun denekleri gibi hissettirmişlerdi bana kendimi mesela lysden hedeflediğimiz puanı tutturunca hep beraber içmeye gidip sarhoş olana kadar içitiğmiz bununda benim ödülümün olduğu zamanlardı. Eğer düşük yaparsam dershane çıkışları bir yere gitmek yasak , hatta baya düşük yaparsam haftada birgün ailemle görüşmeme engellerdi. Ama sonuç olarak herşey benim içindi  çılgın olduklarını söylemiştim ki zaten bunları bana başka birileri yapsa yatıcak yerleri olmazdı da kuzenler ayrıdır onlar benım şuan üniversitede olma sebeplerim yerim ben onları :) Neyse bu stresli ayların sonunda ben küçüklüğümünde evcilik oynarken bile büründüğüm mesleğe bir adım yaklaşmış oldum.Tabikide ozamanla bu zaman pek aynı değildi; ozamanlar çocuklarımın karınını doyurup , evi temizleyip, çok ciddi bir okadar seksi kalem eteğim , topuklu ayakkabımla işe giden ve devamlı magazin muhabirlerinin fotoğrafını çeken bir kadınken. Şimdi ev temizliği yada çocuk bakımı yapmak dünyanın en ağır işi geliyor bana .. Hayat işte ozaman topukluya meraklıyken ( tabikide şuan içinde en değerliler onlar ) şimdi markete giderken bile esorfmanımın altına çekerim ugglarımı rahatıma okadar düşkünüm yani. Sonuçta hayellerim için attığım ilk adımda yorulup, hırpalanmanın bir mantığı yok .Neyse konudan saptım demem oki ;
  Bayram sonraki bir haftada-evden hiç dışarı çıkmadığım bir haftada -anladım ki ev hanımlığı bana göre birşey değil. Ev temizliği, çocuk bakımı, kendi bakımım , yemek , çamaşır ütü derken kafayı yemek üzereydim  ve yarın okulun olucak olması ben en çok tatmin eden şey . Meğer ne kadar seviyormuşum okulumu ben bile şaşırdım buna. Birşeylerin kıymetini yok olduğunda anlıyormuşuz ya gerçekten öyle bende çok güzel akıllandım ..
Biran önce yarın olsunda okuluma gidiyiiimm arkadaşlarıma gidiyiiiimmmmm  

29 Ekim 2012 Pazartesi

Gerçek Siktiri Hak Edenler

En son yazdığım blogla hızımı alamadım Siktir Et gibi bir kitap yazamasamda bununla ilgili bir blog daha yazmak istedim. Bana göre gerçek siktir edilişler bunlar..
  Bencede siktir et önemli bir cümle, bazen bazı yerlerde kullandığımızda bizi mutlu eder. Ve kullanmamızı şiddetle önerdiğim bi tabir. Çünkü biz bu hayatta tekiz bir tane tek benden var ve herkesten en kıymetli olan benim. Bizim içimize yerleşmiş bir benlik duygusu var ama bu bencillikle aynı değil ilk olarak bencillik ve egodan uzaklaşmamız için siktir et dememiz gerek . Çünkü ben bu hayatta teksem benim karşımdakide bu hayatta tek ve eğer ben üzülmiceksem onunda üzülmeye hakkı yok.Bunu idrak edersek eğer bencillikten ve egomuzdan uzaklaşmış oluruz. Uzaklaşırsak eğer gerçekten siktir et demeye hakkımız olur. Mesela ben bir işte çalışıyor olsam ve işimden memnun değilsem siktir et demeye hakkım var ama bununda ölçüleri var siktir et der demez işi bırakmak olmaz yerime birisinin gelmesini beklemeyelim ki gidebileyim. Çünkü karşımdakinin bana ihtıyacı var. Yada benim yakın bir arkadaşım var ve bana ters gelen davranışları var ilk başta ona bunu açıklamaya çalıştıktan sonra eğer düzelmiyorsa siktir et derim.Bazı zamanlar olur emrivaki yapar karşındaki mecbur evet demek zorunda kalırım. İşte bu durumda siktir et derim izin vermem.
 Yada okulda yürüyüyorumdur beni çekemeyen kızlar arkamdan konuşuyordur napsın zavallıcıklar başka düşünecek birşeyleri olmayacak kadar boşlar ,direkt siktir et derim :) benim hakkımda konuşmaları benim canımı sıkamaz sadece egomu yükseltir. Yada sınıfta beni sevmeyen arkadaşlarım mı var siktir ederim hiç umrumda olmaz kimse kimseyi sevmek zorunda değildir çünkü bende zaten onları sevmiyorumdur ondan beni sevmemişlerdir. Geçmişten pişmanlık duyuyorsam eğer en kesin burda kullanırım siktir eti çünkü  geçmişi düşündürmek geçmişi değiştirmez sadece benim canımı sıkar önemli olan geçmişten ders alıp gelecekte siktir et diyecek birşeylerimin olmamasıdır. Siktir et demek iyi hissettirir ama önemli olan dozunda kullanmaktır.Siktir et demek beni bi mücadeleden alıkoymaz sadece hedeflediğim şeylere daha az stresli bir şekilde ulaşmamı sağlar. Çünkü eğer çevremde boş konuşan , motivemi kıran aynı zamanda hayatımda hiçbir yeri olmayan insanların fikrilerine önem verirsem kendi yolumu çizip başarılı bir kariyerim yada hayatım olamaz. Bu yüzden alakasız olaylara ve kişilere siktir et dersem mutlu olurum.
 Bunlara blogumda yer vermek istedim bence bunlar beni mutlu etmeye fazlasıyla yeten şeyler

Adı S*ktir Etmiş

İnsanın kendi geliştirebilmesi için birçok yol var bunlardan bazıları ; gezip-görmek , bazıları eğitici programlar izleyip , seminerlere katılmaktır. Bunların yanında birçok insan kitap okumayı da kendisini geliştirmek olarak görür. Bende kısmen bu fikre katılıyorum.
 Yalnız son zamanlarda okuduğum iki kitap beni hiçbir şekilde geliştirmedi.Yada geliştirdiki şuan bunları yazabiliyorum n
neyse mesela Zar Adam bu kitabı okuduğum zaman insanların bencilliklerini hayata bakış açılarının sadece kendi istekleri olduğunu fakat bunu bukadar açık göstermeye korktukları için  kendi seçeneklerini önüne koyup aptal bir zarla karar vermesinden oluşan bir kitap. Kitabı okurken resmen acı çektim çünkü bitiricem diye hırslandığım kitabın içi bomboştu. Zar Adamın kapağını açtıktan sonra onu bitiremeden 6 kitap bitirmiştim yaklaşık bir yıl boyunca açtım kapadım en son yazın artık acı çeke çeke bitirdim içi tamamen boş olan kitabi. Ve bana zaman kaybından başka birşey değildi.
 ikinci olarak S*ktir Et diye bir kitap okudum güya kişisel gelişim kitabı ama bana ve kişiliğime hiçbir katkıda bulunamadı.Kitabın adında belli olduğu gibi herşeye siktir et diyor annene,babana,sevgiline kardeşine,hayellerine,amaçlarına aklınıza gelebilcek herşeye siktir edersen mutlu olabiliceğimiz söylemek istiyor ama bence bazen kötülüklere can sıkıcı olaylara ve  hayatın zorluklarına katlanmazsak hiçbirşey öğrenemeyiz. Hayatta hiçbir yerimiz ve saygınlığımız olmaz. Bi düşünsenize hayattaki herşeye siktir et dediğimizi ilk başta ne kadar rahatlatıcı ama bir süre sonra herhangi birşey için bile üzülemiyosunuz. Üzülmek bizim içimizde olan bi duygu biz üzülmeyi bıraktığımızda hiçbirşey için  sevinemeyiz mutlu olmayı unutmuş oluruz çünkü üzüntüler mutlu günlerimizi ün kıymetini bildirir bize. Bence bizi gereksiz üzen olaylara ve insanlara siktir et dememiz yeterli. Bizim için önemli insanlara siktir et dersek bizdeki önemi kalır mı ?
yada bizim önemsediğimiz birşeye siktir et diyebiliyosak bu biizm için ne kadar önemli olur ? Bu kitaba ilham verici bir kitap denmiş bence bu Ferrarisini Satan Bilge değil ki ilham versin verse verse en fazla kitabı okuduktan sonran neye siktir et diyorsa onu önemseyeme başlarız. Zaten dinini bile siktir eden bir kitap ne kadar kaale alınır ki..
 Yani demem oki her kitabı okuyalım ama içinde bize yararı olan ve boş zaman kaybından  kurtarıcak kitapları önemseyelim.Sevgilimizin bu kitabı okuyup en ufak bi kavgamızda siktir et demesini istemeyiz dimi ? Bencede istemeyiz hayatta bizim için önemli şeylere denmez böyle şeyler. 

28 Ekim 2012 Pazar

Nar Taneleri Projesi Ve Beren Saat

Elle Dergisin Gerçek Ben adlı kasım sayısı için Los Angeles ta objektif karşısına geçen Beren Saat farklılığını ve destek verdiği Nar Taneleri  projesi için makyajsız bir şekilde ünlü fotoğrafçı Katy Jones'a  poz verdi.




duru güzelliğiyle dikkat çekmeyi başaran Beren Saat yine güzel yine güzel


 aşk-ı memnu, fatmagül'ün suçu ne dizisinden sonra İntikam adlı bir diziyle tekrar televizyona dönmeyi planlıyor

27 Ekim 2012 Cumartesi

Ve Audrey Hepburn ...

Bugün dünyanın en zarif kadının fotoğraflarına ve hayatından birkaç bilgiyi blogumda yayınlamak istiyorum. Bu kadın zarifliğin yürüyen hali , sigara içme sebebim tabikii Audrey Hepburn'den bahsediyorum.
 1948-1989 yılları arasında yaşamış zor bir çocukluk geçirmiş , iki kez evlenmiş ve iki çocuğa sahip olan bı zariflikten  bahsediyorum. 
  Bale eğitimi için Londra ya giden ardından oyunculuk için İngiltereye giden Audrey ilk flimi olan Young Wives Tale de henüz 22 yaşındaydı. Bu flimden sonra herkesin dikkatini çeken Audrey yükselişe geçti 


  Ona en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandiran flimde ise prensesi canlandırması tabikide tesadüf olamazdı 

   Herkesin bir kusuru vardı tabiki Audreyinde ayaklarının 42 numara olması değilde düz gögüslü olmasıydı ona göre kusuru, ama sonuç olarak duru güzelliği ve zarafetiyle herkesin gönlünde yeri ayrıydı.




Milyonlarca ödülünün arasında bence en dikkat çekeni 1992 yılında aldığı hayat boyu başarı ödülür. 

 Kulağımızda yer eden ve mütevaziliğini gösteren  güzel sözleri ise
Eğer güzel gözlerin olmasını istiyorsan ;
İnsanlara iyilekle bak
ince bir bedense istediğin;
Ekmeği açlarla bölüş
Ve güzel dudaklara sahip olmak için;
sadece ama sadece güzel ve doğru sözler söyle 'dir

Alışılmadık Huzur

Selaaam arkadaşlar bugün çok tuhaf bigün; aslında bayram ama bayrammış gibi değil  aynı zamanda bugün cumartesi ama pazar hissi  veriyor bana. Bende bence bu kimsesiz bayramı ve  sakin cumartesini çok güzel değerlendiriyorum. Belki banane diceksiniz ama ben yinede nasıl değerlendirdiğimi söyliceeem . Bugun bayram vazgeçilmezi olarak sabaha uyanır uyanmaz ailecek mükemmel bi kahvaltıdan sonra ev temizliğine koyuldum( ne kadar iyi değerlendirmişim demi ? ) Odamdaki ; modası geçmiş,eskimiş bütün kıyafetlerimi çıkardım.Hepsi birbirine girmiş kalın kolyelerimi ,teki kaybolmuş küpelerimi clipsleri kaybolmuş olanları tek tek bakarak buldum ve yapılması gereken herşeyi yaptım :) Ve bunları yaptıktan sonra inanılmaz rahatladım, fazlalıklarımdan uzun süredir yapmam gereken ama yapmayı işleri ertelediğim için içime sinen kasvet bir anda kalktı. Temizlikten sonra bitanecik annemle kahve molası verdikten sonra okumam gereken kitabımı okudum uzun uzun düşündükten sonra bloguma yazıcak ciddi bi yazı bulamadım ki oturmamış bi blog zaten benimki. Bende bugünün bende yarattığı rahatlık ve fazlalıklarımdan kurtulmanın verdiği rehavetle papatya çayımı içerken ve arka fonda Amy Vinehouse çalarken bu blogu  yazmaya karar verdim. Bence en kendiğim olduğum zaman bu zaman bağdaş kurup kucağımda laptopumla bunları yazmak , sonuçta burdaki amacımız içimizden geçenleri yazmak değilmi? Evet aynen boyle bende gerekenlerı yapıyorum bugün. İçimde alışık olmadığım bi huzur var ve ben bunları dile getirmeye bayılıyorum :)

20 Ekim 2012 Cumartesi

Hayat

İnsanların bazı dönemlerinde hayatları gerçekten sarpa sarar çekilmez bir hal alır.Yaratılışımızda var bir kere çok normal. Herşey üst üste gelir,tüm kötülükler,hastalıklar ,uğursuzluklar bizi bulur. O sıralar mesela birtek bizim sevgilimiz yoktur yada olsada illaki bir problem vardır hadi canım problem olmasa da biz o sıralar yaratırız her türlü problemi çünkü inanırız bu süre zorlu bir süre ve biz bu süreyı doya doya acıklı bir şekilde yasamalıyız. Ve gerçekten de bu süreyi acıklı bir şekilde yaşar acıya doyarız incir çekirdeğini doldurmıcak sıkıntılarla boğuşur hayatı kendimize zorla zindan ederiz.Hatta okadar gereksiz konulara üzülür,moralimizi bozarız ki önemli sayılcak konulara bozulcak moral bırakmayız . Kimileri bunu depresyon olarak adlandırsada ben buna değişken ruh hali demeyi daha sempatik buluyorum. Çünkü her insanın hassas dönemleri olabilir ve her insanın bu dönemi istediği gibi acıklı yaşamaya hakkı vardır benimde olduğu  gibii. İşte ben böyle zamanların birindeyken bu kadar acıklı hayat koşulları içerisinde bir de gündelik hayatın stresini çekerken bir telefonla tüm ruh halimi koşarak çıktığım odanın içinde bıraktım (tabikide o telefonun kimden olduğunu söylemicem ) odaya döndüğümde çok farklı bir insan olarak dönmüş,unutttuğum gülümseme yüzüme kendilğinden gelmişti o an farkettim ki  aslında bu ruh halleri,bunalım takılmalar, depresyon vb şeylerin ilaçları bizim içimizde, kendi düşünce gücümüzde,benliğimizde . Eğer biz birşeyi istiyorsak ve buna inanıp olacağına yada bu işi yapabilceğimize kendimize inandırırsak halledemeyeceğimiz hiçbirşey yok. İhtiyaçlarımız ; 1. kendimize inanmak  2. iyi bir şekilde motive olmak  ve bunları kendi kendimize yapmak bir başkasının söylemesine gerek kalmadan.Bu hayatta hiç kimseyi kendi fikrimize inandırmamıza gerek yok kendimizde inandıktan sonra aşamayacağımız bir problem yok. Aslında tüm bunlar içimden geçenler ve kısaca demek istediğim millet için değil kendimiz için yaşayıp, küçük olaylarla üzülmeyelim

15 Ekim 2012 Pazartesi

Tek Gözlü Canavar Tutsaklığı

İnsanlığın yaratılışında ılk varolduğu zamandan bu zamana kadar; etrafında olan biteni algılama,yeni bulgular bulma, daha önce olmamış eşyaları nesneleri icat etme vardır. Bu yüzyıllardır her konuda gerek dilde gerekse teknolojide süre gelen ve insan hayatının devamlılığını sağlamak aynı zamanda hayatını kolaylaştırmak için yapılan çabaların bir bütünüdür. Bu çabalar 19. yüzyılda teknoloji ağırlıklı olmuştur ve bu yüzyılın en önemli icatlarından birtaneside televizyondur.
 Televizyon görüntü ve görüntüyle alakalı sesleri aynı anda elektromanyetik dalgalar halinde yayılması presbine dayanan en mükemmel kitle iletişim aracıdır. Dünya ' da olan biteni aynı anda öğrenmemizi sağlar ilk başta haberlerle başyalan televizyon fulyası son zamanlarda ; dizi ve eğlence programlarınada ağırlık vermektedir. Türkiye ' de bu furyaya katkıda bulanan önemlı ülkeler arasındadır. Milliyet Gazetesinin yayınladığı bir yazıda aile içi aktivite olarak yüzde 59.4 televizyon yer almaktadır.Şu durumda iki soru geliyor aklıma bir insanlar bu kadar çok ne izliyor ? İki izledikleri yayının içeriği nelerdir ? Bu soruları iyi bir televizyon kullanıcısı olarak ilk kendime sorarak başladım ve neden bukadar televizyon izlediğimizle ilgili en özet cevap olarak izlediğimiz dizilerin süreleri aklıma geldi ;özet bölüm 30 dakika + yeni bölüm 100 dakika + reklam 40 dakika = 170 dakika sadece bir dizi için ayırdığımız süredir. Halbuki yabancı ülkelerde bir dizi ortalama 20-30 dakikadir içerik olarakta yabancı dizilere nazaran bizde ağırlık ya vurdu kırdı ya hüzünlü aşk hikayesidir. Kısaca içerik kendi kendini tekrar eden acıklı hikayeler bütünüdür..
 Televizyon kullanımı ve yabancı ülkelerle dizi karşılaştırması yapmışken fark edilen başka bir gerçekte var ki yabancı dizi ve programlara özentiliğimiz birkaç örnek vermek gerekirse ; doktorlar-greys anatomy, umutsuz ev kadınları-desperate housewives,küçük sırlar-gossip girl, muck-glee bunlar en büyük örnekler. Bunlar dışında Acun Ilıcalı diye bir gerçekte var ki Avrupa ülkelerinde yayınlanan ve tutan her programı Türkiye' ye yayması ve halk tarafından çok sevilmesidir. 
 Bu olaylardan yola çıkarak ne yazık ki bizim bu konuda geride olduğumuzu ve bu şekilde devam ederse televizyona tutsak ve hiçbir şekilde kendi yaratıcılığımızın kullanmayacağımız bir toplum olacağımızı düşünmekteyim.

11 Ekim 2012 Perşembe

Bencilleşme süreci

 Her ne kadar yalnız doğsak da bu dünyaya herzaman elimizinden tutan, bize destek olmasını isteyeceğimiz insanlar ararız. Bu çok küçükken annemiz, orta yaşlarda babamız yaşımız daha da büyükce,değişen çevremizinde etkisiyle,  kimi zaman en yakın arkadaşımız ,kimi zaman sevgilimiz  olsun isteriz.Bunca kalabalığın değişen insanların tek açıklamasıda sizce yalnızlık korkusu değilmidir?Sürekli arkadaşlar edinmemiz yeni insanlarla tanışmak bunlar yetmiyormuş gibi bu insanları farklı farklı şekilerde sınarız kendi doyumsuzluğumuzu kendi eksik güvenimizi onlarda ararız hep yakın olcağımıza inandırırız kendimizide, onlarıda ama en çok kendimizi.. Baktık olmuyor geçirdiğimiz onca zamanı,birbirimiz üzerimizdeki emekleri bir çırpıda sileriz kısacık hayatımıza milyonlarca hayat sıkıştrırız işte bukadar kolaydır aslında yalnızlık korkusunu yaşamak heran ensemizde bir yanlışımızı,bir başka yanlışı bekler..insanları okadar kolay harcarız ki bir süre sonra alışkanlıktan cıkar davranışımız olmaya başlar işte ozaman unutmaya başlarız insanları sevmeyi,değer vermeyi sadece kendimizi sever bencilleşiriz...